26 Mart 2017 Pazar

Hadi bahar, göster yüzünü!


Tüm dünyayı bulanık görüyorum. "Gerçeklik" algım bozuluyor. Hemen ertesi gün olsun diye, erkenden yatıyorum. Bazen düşünmekten, ilaçsız uykuya dalamıyorum. Ya da, gecenin bir saati fırlıyorum. Her şeyi unutmak için deli gibi içiyorum. Bazen de midem hiç bir şeyi almıyor. Hiç bir şey yapmadan öylece kalasım da var. Böğüre böğüre ağlayasım da. İşe nasıl gidiyorum, yurt dışına nasıl çıkıyorum, geri dönüyorum, hiç bilmiyorum.

Zaman bir geçse! O her şeyi unuttuğum gün bir gelse!




Ya, her şey yine benim içinse?!
21 yıldır 2 kişilik yaşıyorum, hatta hayatı ona göre kuruyorum. Her şeyi ona göre planlıyorum. Her şeyi ona göre yapıyorum.
Ya şimdi, kendime dönme zamanıysa?!
Her şeyden önce o yerine, kendimi koymam gerekiyorsa?!
Ya, sadece kendime odaklanmam ve kendi hayallerimin peşine düşmem gerekiyorsa?!
Ya bu, kendimi keşfetmem için, kendim için, büyük bir fırsatsa?!





Önümde kucağı her daim açık her şeyim Annem ve biricik kız kardeşim varken. Bir yanımda, dostum kızlar, diğer yanımda yogadaki güzel kadınlar. Bir kolumda Psikiyatrist Zuhal'im ve diğerinde avukat Esin'im var.
E, arkamda da binlerce başka müthiş kadın...

Böylesine güçlü bir kadın çemberi içindeyken, hayattan neden korkayım?!!







Elbette, çok ve çokça meditasyona ve yogaya da ihtiyacım var. Gözümde yaşlarla oturduğum meditasyonlar işe yarayacak, çok yakın.
İyi olacağım.







E bahar da gelmişken... 
Dönüşüm ve yeniden doğuşu, doğa ana bile desteklerken...






Ben, içimdeki o deli öfkeyi "kendimi sevme" gücüne dönüştürebilirim.
Ben, işime yaramayan, enerjimi sömüren, kafamdaki o deli düşünceleri bırakabilirim.
Ben, yaşama yeniden başlayabilirim.







12 Mart 2017 Pazar

Öfkem öyle büyük ki...


Şu son 3 aydır yaşadıklarıma hala inanamıyorum. Sadece ben değil, duyan kimse de inanamıyor. 
21 yıllık "Can'ım" dediğim adam, pisliğin tekiymiş. Yazdan beri bir değişik, saçma hareketleri vardı da, konduramıyorsun işte. Hayatımda en güvendiğim insandı! 
Aldatıyormuş meğer beni...

İlk mesajı yakaladığım an, şoktan gözlerim karardı, beynim döndü, bir türlü yazılanları algılayamadım; tanımadığım bir kadın, kocama niye öpücükler yolluyor olsun? Dizlerim tutmadı, ayağa kalkamadım, tuvalete bile gidemedim 4 gün boyunca. Dünyam yıkılmıştı.

Bu kadar canım, hiç acımamıştı.

Sonra, ikinci mesaj!
Kıyamet kopuyordu oysa...

Kullanmadığım her şeye yaptığım gibi, onu da koydum kapıya! Zaten, gidesi varmış da!





Dava açınca, çıldırdı; "bu kadar büyütecek" ne varmış!
İyi ki de açmışım. Tüm kredi kartı harcamaları, telefon kayıtları da ortaya dökülünce, anladım ki, düşündüğümden çok daha fazlası var.

Şimdi, "evini özlemiş"'miş!



Öfkem öyle büyük ki...




Kilo: 61
Bel: 76

21 Kasım 2016 Pazartesi

Düşün de YE!


Döner dönmez evde badanaya ve köşe kenarın elden geçtiği minik inşaatlara başlayacaktık. “Sağ olsun” kayınvalidem de gelince bizimle, kaldı her şey.

Duvarlar kese kâğıdından bir ton açık, tavanlar bembeyaz olsun, elektrik kabloları ortalıktan toparlansın, elektrik düğmeleri de yenilensin, banyoyu da olabildiğince yenileyeyim istiyorum. Ev kira.      Salonun halılarını değiştireyim diyorum, mutfak masasını da. Kitap odamı ve giyinme odamı tamamen yenileyeceğim zaten.

Tüm bu işlere girmeden önce de, komple bir ev hafifletme operasyonuna girişmek istiyorum. Her bir deliğe, köşeye gireyim, elden geçmeyen, dokunmadığım eşya kalmasın istiyorum. Dip temizlik yanında, istiflenmiş tüm eşyaları asıl sahiplerine ulaştırayım diyorum. Evde kullanılmayan hiçbir şey kalmasın istiyorum. Tüm ağırlıklardan kurtulmak istiyorum.



İstiyorum istemesine de, bir türlü işlere girişemiyorum. Plan bile yapamıyorum, çünkü sevgili Anneciğim’in ne zaman evine döneceğini bilmiyorum. Soramıyorum da. “Öyle yaparız, böyle ederiz” diyorum, yok. E havalar da soğuyor. Tüm bu aklımdakiler için, bir kere, badana öncesi için de, zaman lazım. Sabah 08:00 akşam 20:00 çalışıyorum. Yurt dışı programım da çıktı. Bir an önce başlamam lazım.

...

Geçmedi o bir ay.

Neyse, inşaat da badana da bitti sonunda çok şükür. Canım Aşkım Mamişkom yetişti. Kullanılmayacak, giyilmeyecek ne varsa verildi. Atılacaklar atıldı. Dip köşe kırklandı. Havası da enerjisi de mis oldu evin. Ohhhhh…



Giyinme odam ve kitap odamı yenilemek kaldı geriye. Onlar da artık yavaş yavaş. Gerçi zaten kitaplıkları ve gardırobu beğendim IKEA’dan da. Alması, taşıması, yapması, yerleştirmesi kaldı. Montajları kendim yapasım var.  Artık, yeni yıla girmeden bitireceğim inşallah. :-D



Yoruldum da. Koşturmaktan daha çok, “Ne zaman başlayacak? Nasıl olacak? Havalar soğudu! Her yerler ayakta!” telaşesinden. Beyin durmadı plan yapmaktan. Biraz sakinleşeyim, kendimle ilgileneyim. Yoksa beni benden çıkaracak bu stres ve yanında getirdiği o saçma sapan, kıtlıktan çıkma yeme manyaklığı. Fark etmeden neler gidebiliyor mideye, hayretler içinde kalıyorum. Hele de akşamları. Hoooop, bir bakmışım dünyalar midemde!

Tüm gün deliler gibi çalışmış beyine trafik ve üzerine de evde yapılacakları, planlamaları verince, uyuşuyor kendileri tabi. Zihin kendinden geçiyor, farkında olmuyor, sarhoşluk, şuursuzluk seviyesine düşüyor. Olanlar da, tam da o anlarda (ansızlıklarda!) oluyor.

Acilen, zihni kendine getirme, “an”’da kalma, farkındalık yaratma işlerine girişmek gerek.

Eve gelir gelmez, 5 dakika bile olsa meditasyona oturayım ben. 

2 dakka bir sessizce oturup, nefesine odaklanmak, sakinleşmek, gelen giden düşünceleri gözlemleyebilmek, o düşünceleri sahiplenmeden, içlerine girmeden, uzaktan tanık olmak… Hepsi bu!




Bir Yoga Hocası olarak ben Lotus’ta oturuyorum elbette! Hani şu bağdaş kurduğun, ama bir şekilde bacakların birbirine girdiği, ayakların yukarıda, üstte kaldığı, ünlü Yoga oturuşu, Padmasana.  :-p




Yok, be yahu! Şaka! Kolu bacağı kırmanın hiiiiç alemi yok. Kolayca o poza girebilen varsa girsin elbette. Ama bu, “Lotus yapan en aydınlanmıştır!” anlamına gelmiyor. Sandalyede oturan çooook daha derin meditasyonlara dalıyor olabilir. Yoga duruşlarında, o fotoğraflarda gördüğümüz en uç noktadaki pozlara ulaşmaya odaklanmak yerine, o duruşu daha denerken bedeninde ne hissettiğine ve bedenin enerjetik boyutundaki değişimlere bakmaktır mesele.



Son aldığım eğitimden de edindiğim en önemli çıkarım, (ha evet, onca işin arasına bir de eğitimler sıkıştırıyorum) akıştaki bütünsel bedene ulaşmak, yavaş, hatta daha da yavaş hareketler ile ve limitlerini zorlamanın aksine, minik akışlar ile mümkün. Yani, zorlamadan daha kolay aşabiliyorsun limitlerini aslında. Neyse, bu Feldenkrais konusu çok uzun, ben konuma döneyim.

Demem o ki, meditasyon, öyle korkulacak veya büyütülecek bir şey değil. Nasıl oturduğunun önemi yok. Oturabildiğin en rahat şekilde otur (yatsan da olur da, uyuya kalacağın kesin olduğundan oturmak en iyisi) ve meditasyon boyunca hareket etmemeye çalış.

Yalnız minder önemli. Totomuz rahat etmeli. :-D

Doğal karabuğday kabuğu dolgulu benimkisi. Hem totomun şeklini alıyor, hem de çökmüyor, hava sirkülasyonu da sağlıyor. Tüm diğer dolgu malzemelerinden çok daha dayanıklı ve uzun ömürlü. Pahalı bir şey de değil.



Evi yenileme işine girmişken, koltukları, yatağı, yastıkları karabuğday kabuğu dolgulu mu yapsam?
Haşır haşır, biraz ses olur kullanırken ya…

Bu karabuğdayın dışı da içi kadar kıymetli demek ki. İçinde buğday geçiyor ya, yakından uzaktan yok alakası aslında. Kuzukulağıgillerden, bitkinin tohumsu meyvesi.

Aleksandra, bana yıllar önce гречка (grechka) diye getirmişti, “Her şeyin yanında haşlayıp yeriz. Biz bunun sayesinde inceciğiz.” demişti de, pişirip de denememiştim bile. O zamanın cahil aklı işte.

Glütensiz, alkali, protein zengini (tüm esansiyel amino asitleri içeriyor), pembe GI’lar arasında, lif kaynağı, antioksidan, magnezyum ve demir zengini bir süper yiyecek. Tibet’ten çıkma olduğunu ve Ayurveda’da diyabet ve obezite tedavilerinde kullanıldığını öğrenince de çiğ çiğ yiyesim geldi.





Böyle yiyeceğini, nereden geldiğine kadar, derinlemesine araştırınca, ona iyice bakıp, koklayıp, onu doyasıya seyreylerken nerede, nasıl yetiştiğini -toprağı, havayı, bulutu, güneşi, yağmuru, rüzgârı, doğa anayı-, sofrana gelene kadar geçirdiği evreleri, onu toplayanı, getireni, pişireni, hepsini düşündükçe muazzam bir farkındalık doğuyor.

Hem de öyle bir farkındalık ki bu, bırak makinelerden geçmiş, rafine edilmiş, boyalar ve kimyasallar eklenmiş, paketli ikincil yiyeceklerden uzaklaşmayı, doğadaki haliyle, o ana, birincil yiyeceklere koşuyorsun. Yemek üzere eline aldığın, önüne koyduğun her yiyecek içinde güneşi, doğayı arıyorsun. Her ısırıkta, o tarladaki esintiyi hissetmek, yağmuru damağında tatmak istiyorsun. Toprağın şifasını tüm duyularınla; görüp, dokunup, koklayıp, tadıp, doyarak; içine alıyorsun.

Bir baktım, buzdolabımı ağzına kadar taze sebze ve meyveler ile doldurmuşum.



“Düşün de YE!” fikrine odaklandıkça ete ve ürünlerine de bakışım değişmeye başladı sanki.

Greenpeace’in “Sağlıklı ve çevre dostu bir üretim yapmadığı sürece tavukçuluk sektörünü soframıza buyur etmiyor, bahanelerini ve ürettiklerini yutmuyoruz” dediği “YUTMAYIZ!” (http://imza.greenpeace.org/yutmayiz?b) kampanyasını imzaladığımdan beri, tavuk yememeye çalışıyordum da, yumurtaya, ete, Bayramoğlu dönere hayır demiyordum. Yememeyi aklımdan bile geçirmiyordum.

Soframdakilerin nereden geldiğini tüm duyularımla hissetmeye, yaşamaya çalışırken, bunu konu et olunca, yapamıyorsun. Onu bulduğuna şükredemiyor, minnet duyamıyorsun. Olmuyor!

Ankara armuduna şöyle dikkatlice bakınca ağzının suları akmaya başlıyor da, tavuğa, koyuna bakınca, onu yemek geliyor mu insanın içinden gerçekten de? Ruhumuza iyi gelen, onları hoplayıp, zıplarken, koşarken, yaşarken seyretmek değil mi?

O kaybettiğimiz doğal içgüdülerimizde hayvan yemek yok sanki.

Vejetaryen mi oluyorum ki?!


20 Ağustos 2016 Cumartesi

Ege, her şeylere iyi gelir! ;-)


Tatile gittim 63,6 kg. Döndüm 63,6 kg. Akşam sefalarında, bu bir büyükleri devirmesek, incecik olup gelecekmişim hani!

O mezeler yok mu o mezeler...

Alaçatı Hacımemiş Dutlu Kahve

Dutlu Kahve, Temmuz 2016

Alaçatı Hacımemiş Deli'nin Sofrası, Temmuz 2016

Ege'nin Mezeleri


Sebzeler, otlar öyle taze, öyle taze, öyle çeşit çeşit ki.
Pazar tezgahları nasıl güzel?! Civar, etraf, yerlisi, teyzem, amcam, ablam, ne yetiştiriyorsa, toplayıp getirmiş, dizmiş, sergiliyor gururla hepsini. O iştah açan renk renk sebzeler, her tonundan yeşillikler, kütür kütür meyveler, çeşit çeşit zeytinler, mis kokan otlar, baharatlar...
Hepsine sarılıp, yanlarına yatasım, öylece de kalasım vardı.

Ellerini öperim canımmmm köylüm; toprağının bereketi bol olsun. <3 <3 <3

Çeşme Pazarı Deniz Börülcesi

Bikini'nin Deniz Börülcesi

Bikini'nin Semiz Otu Salatası


Daha burada fotoğrafı olamayan, ot kavurmalar, kaya koruğular, var da var.
Bir de o Zeytin ve Yağı da eksik olmuyor tabi.


Ege'de Yeşillik ve Zeytinler

Vitaminin, mineralin, enzimlerin en alasını aldı bu beden. Çok uzundur, erken menopozla başlayan türlü metabolik sendromun uyuzluğuna doping etkisi yaptı resmen. Sigarayı bıraktığımdan beri, bir türlü patlamayan afyon hissiyatı bile yok oldu gitti sanki. 20 küsür yıl boyunca pek pis bir tiryakinin bağımlılıktan kurtuluşu, o fena uyku ve bitap durumdan çıkışı, ancak "gerçek" besinlerin bedene, hücrelere ulaşması ile gerçekleşiyormuş demek ki. Tamam tiroid falan da var, e menopoz ile metabolizma da çok yavaşladı ama, bu bir türlü ayılamamanın, nasıl desem, kendine gelememenin, bir türlü kendimi toparlayamamanın sonu geldi, hepsi geçti de gitti nihayet gibi... 

Sonsuz şükür.



Daniel Mitel "Şu an Sonsuzluktur"


Nevi şahsına münhasır iklimi, tabiatı, doğasında şifalanmamak mümkün mü ki?! O kumu (toprak), o denizi (su), o güneşi (ateş), o muazzam rüzgarı (hava) ve yıldızlarla dolu o apaçık gökyüzü (boşluk)... Yaşamı oluşturan o 5 element ile doyasıya bütünleştim.

Meditasyona zaman ayırıp, ayrıca oturmaya bile gerek kalmadı, her yer kendinden meditatif zati.

"Yeniden doğdum" desem, hiç de abartmam gibi. 


Alaçatı Beach Resort

Çeşme Altınkum, Temmuz 2016

Çeşme, Temmuz 2016


Ha, bir de, huzur her yerde tabi. Arabadan, trafikten uzak... Koşuşturma da yok, sıkışıp kalma da. Durup beklemek, ancak sen istiyorsan mümkün. İlerlemek istiyorsan, yol açık. Alabildiğince yürü, git. Kaçmak için değil, zevk için koşuyorsun. İçinden spor yapasın geliyor yani. İlginç, değil mi?! (O deli yoğun, yetiştirmeli gün sonunda, trafikte boğulup, sürünerek eve ulaşan bir #beyazyakali için, bu gerçekten, çok ama çok değişik; söyleyeyim yani!)


Çeşme, Temmuz 2016


Çeşme, Temmuz 2016

Çeşme Marina, Temmuz 2016


Alaçatı, Temmuz 2016

Hacımemiş, Temmuz 2016

Yalnız itiraf edeyim; evet ortam her şeyi hazırlamıştı ama, o mucizevi şifa, biriciğim, maymunum, küçüğüm, kız kardeşim ve herşeyim, ben olma sebebim, Mamişkom'la baş başa geçirdiğimiz, o sihirli günlerde geldi. Ne konuşmadık, ne paylaşmadık kaldı. Salya sümüklü, sımsıkı sarılmalı, "ohhh"'lu, "İyi ki varsın"'lı, ruhlarımızın temizlendiği, yolların açıldığı, dönüşüm dolu, bir "minik" "aile" buluşması... <3 <3 <3





Onca olayın içinde, bi' de, biricik kız kardeşimi istemeye geldiler. Biz de verdik gitti, iyi mi?!!!! Evden uçalı çok olmuştu... Bu İzmir'e yerleşti ya düdük kafası... Ama şimdi gelin olacak... Yine göz yaşlarımı tutamadım şimdi...






Nişanımız olacak bayram sonunda. 

Ayyyyyyy düğünümüz var a dostlaaaaaaaaaaarrrr...





Bi' dakka ya! Ben ne giyeceğim peki?!!!






Nişana kalmış şurada 3 hafta!!!! İzmir'de yapılır bu gidişle... Amanııııııınnnnn... Öğün başına elbise değiştiren o kadınlara, "gelinin ablası üzerine bir şey bulamamış" DEDİRTMEM! Laf, söz ETTİRMEM! YEDİRMEM (Pardon, "yemem" ve de hatta "içmem" olacaktı!)!

En azından şu kolları toparlasak bari. Ayyy abiyeden de hiç anlamam ki... Bayılacağım şimdi... 

Yok, yooooook. Bayılmanın zamanı falana hiç değil şimdi. Sen hatta bol bol limonlu su iç de ayıl, canlandır metabolizmayı. Koşmaya başla Bikini. Adımlarını say ve onları nasıl arttırırsına odaklan Bikini. Geç Plank'a. Erkenden yat zıbar aç karnına! Sabah erken kalk da Güneşi Selamla. Bakım üstüne bakım yap! Her Allah'ın günü Yoga yapmayı sakın ola atlama Bikini! Şuracıkta dişini sıkacaksın bi' iki hafta. Bildiğin ne varsa dök ortaya; hem bu vesileyle sen şu 50'leri yeniden gör; hem de İzmir ahalisi bir görsün, nasıl olunuyormuş BİKİNİ!!!!!! :-pppppp








29 Mayıs 2016 Pazar

"Güçlü" Kadın


Hayatım boyunca, "Baban ne iş yapar?" sorusundan nefret ettim. Hele çocukluğumda... Her yeni okul dönemi, her yeni tanışma, kendini, içinde "annen baban necidir?" zorunlu açıklamalı tanışmayla başlar. Ne çok önemliyse bu "Baba işi?", annenin ne yaptığı daha az önemlidir bir de (!), ve bence asıl annenin çocuğunu nasıl yetiştirdiği önemlidir ya, neyse; iş başvuru formlarında bile yer alır.
Dev harflerle "ÖLDÜ" diye yazmışlığım var!

Şimdi de "Evli misin? Çocuk?"! "Çocuk?"! "Çocuk yok mu?"!!!

Çocuksan illaki bir baban, evliysen de illaki bir çocuğun olması gerekiyor! 
Aksi halde "tam değilsin", "eksiksin"!
Hele bir de kadınsan!!!


Bir gün nasıl yettiyse... Kuzenimin kuzeni, ya da akrabalık ilişkimiz olan bir hatun diyeyim, telefonda bana "Çocuğunuz yok. Yapmayı düşünmediniz mi?" demesiyle ben:
"Düşündük. Hamile de kaldım. Bir trafik kazasında kendim kurtuldum da, maalesef onu kaybettim. Sonra toparladım kendimi, kırıklarım düzeldi. Tekrar yürümeye başlamıştım. En sağlıklısından incecik de olmuştum, bebek için hatta... Çocuk odası bakarken... Erkenden menopoz.". 

"..."

"Yumurtalıkların iki görevi vardır, bunlardan biri neslin devamını sağlamak, diğeri ise östrojen hormonu ile kadını sağlıklı kılmak."
"Sağlıklı yumurtanın tükenmesi anlamına gelen menopozdan geri dönüş mümkün değil. Bu dönemde kadınlar gebe kalamaz, ancak yumurta bağışı ile gebe kalınabilir, bu yöntem de Türkiye'de yasaktır.

"..."

"Kimseye yük olma!", "Dertlerinle kimseleri üzme, yorma!" edebiyle büyüdük, ama artık her şeyleri içime atmaktan sıkıldım. 
Ayrıca, "Menopozlu Kadın" hakkımı kullanmak istiyorum. 
Her şeyleri haykırmak istiyorum.
Madem herkesler her soruyu sormakta bu kadar fevri, ben de çatır çatır "cevap" vermek istiyorum.
Hoyrat sorulara, al sana gerçeklerle dolu cevaplar burada... 

Ohhhh be!




Zaten fiziksel değişimler ile bile menopoz çok zor bir süreç. Ne kadar da hormon desteği alsan, o göğüslerinin sızım sızım patlamaya doğru ilerlemesi, bitmiyor hiç mesela. Üst beden öyle büyüdü ki, Marks&Spencer'ın en büyük sütyen bedeni bile olmuyor üzerime.
Metabolizma kağnı hızında.
Fiziksel gücünü kaybetmeye başlıyorsun da. Kaslar eriyor, belki kemikler de. Dolayısıyla halin de kalmıyor hiç bir şeylere.
Nefes bile alamaz oluyorsun.
Cildin eski esnekliğinde değil. O "ifade" çizgileri daha mı bir belirgin? Çok da takmıyorsun ya! "-mı?" acaba?






İşin duygusal yanıysa.. Sabahları işe ağlayarak gidiyorsun mesela. Geceleri de ince ince göz yaşları akıveriyor. Çabuk yorulduğundan mıdır, iş çıkışı bir şey yapmaya halin kalmadığından mı, sinirli oluyorsun; daha doğrusu her şeye kızgın. Tahammülün hep sınırda. 
Hafta sonları, çoluk çocuk herkesler keyiflerde iken, tüm ailelerden, istemeden, uzaklaşıyorsun.
Kaçasın geliyor, da, halin yok kaçmaya...





Artık dev şirketlere, ya da başkalarına para kazandırmak istemiyorsun. (Bu herkeslerin derdi galiba.) Ama para da kazanmak zorundasın. Onca yıldır ırgat olup, kazandığın parayı kiraya, yola, gırtlağa, ve stresten olur olmaz saçmalığa harcamışsın, kenara iki kuruş koymamışsın da! Artık "yaşamak" istiyorsun. Oysa emekli olmaya daha 15 yılın var. "Yuh" diyorsun; "Nasıl olacak ki?". "Bu erken yaşlanma ile erken emeklilik, erken menopoz için geçerli değil mi? Niye ki?".

Artık zaman, daha mı hızlı akıyor? Yapmak istediklerime hiç zaman kalmıyor.
İzmir'de onca fotoğraf çektim oysa. Hem de Canon EOS 760D'imle. (Evet aldım. Evet fotoğrafçılığa da başladım.) :-)))
Şöyle, "Bikini'nin İzmir'i"'ni yazasım ("yarasın") vardı ya.


Meyhane Piero, Alsancak, İzmir
Mayıs 2016


Sonuç; 69,9'dan 64,7'ye indim, gram gram, zar zor. Hatta "bir ben biliyorum ne çektiğimi" derecesinde!

Temmuz başında, bayramda ilk tatil. Şöyle 10 kilo versem, ne şahane olur. ;-)

Dahası benim bedenen güçlenmem gerek. Ama önce bu fazlalıklardan kurtulmak lazım. Zira, kemikler inceldikçe, kaslar eridikçe, her fazla gram zarar veriyor. 

Ayurverda öğrenmeye çalışıyorum şu ara.
Ve tabiki de yine şifa yogada. Ahhh bir de yapan olsa...









Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...